Hollanda halkı Avrupa Birliği’nin (AB) Ukrayna ile yaptığı ortaklık anlaşmasını 6 Nisan’da yapılan bir referandum ile reddetti. Halkın sadece yüzde 32,1’inin katıldığı ve katılanların yüzde 60’ının “hayır” oyu kullandığı referandumda, seçmenin yüzde 70’e yakınının sandığa ilgisizliği oldukça şaşırtıcı olmakla birlikte bu ilgisizlik, halkın AB projesine karşı göstermiş olduğu açık bir tavır olarak yorumlandı.
Diğer 27 AB ülkesi tarafından onaylanan Ukrayna ortaklık anlaşması aslında Hollanda parlamentosunun her iki kanadı tarafından da onaylandı. Hükûmet onayını verip, süreci tamamlamadan önce referandumun sonucunu bekledi. Esasen referandumun bir bağlayıcılığı yok, yani hükûmet, referandumu dikkate almadan da anlaşmayı onaylayabilir. Fakat şu aşamada siyasi iklim bu duruma izin vermiyor. Zira referandumdan çıkan sonucun hükûmet tarafından dikkate alınmaması Hollanda’da aşırı sağ partilere olan ilgiyi daha da tırmandırabilir.
AB’nin Ukrayna ile yaptığı bu ortaklık anlaşması Kasım 2013’te Rusya tarafından dönemin Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’e yapılan baskı sonucu Ukrayna tarafından imzalanmamıştı. Bunun sonucu sokaklara dökülen halk, durumu protesto etmişti. Yanukoviç bu süreç sonunda ülkesini terk edip Rusya’ya sığınmak zorunda kalmıştı. Rusya’nın bu duruma tepkisi ise oldukça sert olmuştu. Rusya, Kırım’ı ilhak edip Ukrayna’nın doğusunda ayrılıkçı, Rusya yanlısı grupları silahlandırırken Ukrayna’nın giderek istikrarsız bir hâle gelmesinde önemli bir rol üstlenmişti. Öte yandan Ukrayna’da yeni seçilen yönetim de Ukrayna ile AB arasındaki ortaklık anlaşmasını onaylamıştı.
Bu ortaklık anlaşması Rusya ve AB/ABD arasındaki jeopolitik ve siyasi ilişkilerin sarsılmasına yol açarken Rusya’nın soğuk savaş sonunda ekonomik nedenlerle ötelediği güç politikasına geri dönmesine neden olmuştu. Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinin AB ve NATO’ya alınmasına Rusya o dönem içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan ötürü tepkisini yeterince ortaya koyamamış ve bu ülkelerin Batı ittifakına yakınlaşmalarını sineye çekmek durumunda kalmıştı.
Soğuk savaş sonrasında AB’nin ve Batı ittifakının Rusya’nın Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki “hinterlandında” bu derece yayılması Rusya’da bir strateji değişikliğine yol açtı. Rusya komünist dönemin ekonomik sıkıntılarından aldığı ders ile petrol ve gaz gibi doğal kaynaklardan elde ettiği geliri ülke ekonomisinin modernleşmesine harcamak istiyordu. Ancak AB’nin Doğu Avrupa ve Balkanlar’da uyguladığı yayılmacı politikası Rusya’nın stratejisini değiştirmesine neden oldu. AB’nin yayılmacı politikasını kendi jeopolitik çıkarları için bir tehdit olarak gören Rusya, AB’nin Ukrayna ile yapmak istediği ortaklık anlaşmasına savaşı da göze alarak çok ciddi bir tepki koydu.
Rusya bu strateji gereği AB’yi NATO’dan ayırarak kendisi için istikrarsız hâle getirilmesi gereken bir birlik olarak konumlandırdı. Bu politikanın yansımaları ise AB ülkelerinde aşırı sağ partilere verdiği maddi destek ve Balkanlar’daki medya çalışmalarında en açık şekilde görülmekte idi.
Peki bu arka plandan bakıldığı zaman şu anda AB’nin dönem başkanlığını yürüten Hollanda’nın Avrupa için bu derece önemli bir anlaşmada referanduma kayıtsız oluşu veya anlaşmaya olumsuz anlamda bir refleks göstermesi nasıl değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır? Şüphesiz AB projesinin bundan sonra da başarılı bir şekilde yürüyebilmesi için bu sorunun doğru şekilde cevaplanması gerekmektedir.
AB kuşkusuz Almanya ve Fransa eksenli bir birliktir. AB’nin kurucuları dönemin Almanya Başbakanı Konrad Adenauer ve Fransa Devlet Başkanı Charles de Gaulle o dönem AB’yi Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonucu aldıkları ders ile bir barış projesi olarak tasarlayıp hayata geçirmişlerdi. Ekonomik boyutu da olan bu proje Soğuk savaş döneminde aynı zamanda Rusya’ya karşı bir ideolojik ve savunma birliğine dönüştü.
Soğuk savaştan sonra AB liderleri AB’ye farklı bir misyon yüklediler. Bu misyon AB’yi, 21. yüzyılda ABD, Çin, Hindistan ve muhtemelen Rusya’nın yanında beşinci bir dünya gücü olarak tasarlayarak âdeta “bir Avrupa Birleşik Devletleri oluşturmak” şeklinde özetlenebillir. AB’nin Doğu Avrupa ve Balkanlar’a doğru genişlemesi; ilişkilerini derinleştirmesi ve son yapılan Ukrayna ortaklık anlaşması ile nihai olarak Rusya’nın ablukaya alınması bu stratejinin bir gereğidir. Türkiye’nin büyük bir Müslüman nüfusu barındırması yönüyle AB’ye alınmak istenmemesi de yine bu stratejiden ileri gelmektedir. Fakat çok makul ve rasyonel görünen bu hedeflere rağmen AB projesi dönem dönem şu an Hollanda’da yaşandığı gibi akamete uğrayabiliyor.
Çok yönlü misyonuna ve gücüne rağmen AB, dönem dönem karşılaştığı problemleri atlatmada büyük zorluk çekiyor. Örneğin 2007’den itibaren başlayan ve hâlâ tam olarak atlatılamayan Yunanistan ekonomik krizi, ülke ekonomisini iflas noktasına getirmiş ve ülke AB ülkelerininin yardımlarıyla ayakta kalabilmişti. Öte yandan dünyanın muhtelif yerlerinde beliren savaşlar ve ekonomik krizler nedeniyle AB’ye gelen mülteci sayısı her geçen gün artarken, bu zorunlu göç AB vatandaşlarını rahatsız ve tedirgin etmeye yetiyor. Ukrayna ile AB arasındaki ortaklık anlaşması da bu kaygılar üzerinden okunabilir. Zira halk, önüne konan meseleleri jeopolitik ve siyasi bir stratejinin gereği olarak değil, kendi gündelik hayatına yapacağı etki ile yorumluyor. Halk, Ukrayna–AB ortaklığının kendilerine vergi yükümlülüğü olarak döneceği ve bu ortaklığının mülteci sayısını artıracağı varsayımından hareketle referanduma “hayır” dedi. AB’de son yıllarda aşırı sağ partilerin oylarını arttırmaları da yine bu ekonomik kaygılar üzerinden değerlendirebilir.
Referandumun sonucu kuşkusuz AB–Ukrayna ortaklığını engellemeyecek ve söz konusu anlaşma yakın bir zamanda hayata geçirilecek. Ancak görünen o ki, AB liderleri bundan sonraki süreçte benzer yol kazaları ile karşılaşmamak istiyorlarsa halkla farklı bir iletişim kurmak durumundadırlar.